Cengiz Koçak

HAVADA SÜZÜLMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

TUTKULARI İLE HAYATLARINA ŞEKİL VERENLER: CENGİZ KOÇAK

Türkiye’nin ilk wingsuit atlayışını gerçekleştiren profesyonel base-jumper ve sincap adam Cengiz Koçak, şu ana kadar toplam 7200 skydiving, 1800 base jump atlayışı yapmış, uluslararası başarılara imza atmış başarılı bir sporcu. Türkiye’nin en mucizevi coğrafyalarından Kemaliye Karanlık Kanyon’a Cengiz Koçak’la buluşmaya geldik. Bir yandan Cengiz Koçak ile beraber zirvelere tırmanırken bir yandan da havada süzülme hissi üzerine konuştuk.


Biz sizi başarılı bir sporcu olarak tanıyoruz, siz kendinizi nasıl tanımlarsınız, bize kendinizden bahsedebilir misiniz?


Ben Cengiz Koçak, kısaca kendimi tanımlamam gerekirse aslında vazgeçmeyen bir meraklıyım. İnandığım şeyden asla vazgeçmeyen ve yolumu bulurken karşıma çıkan engelleri elinden geldiğince kucaklayıp onların gösterdiği yöne doğru giden biriyim. Bir önceki sabahla aynı kişi olarak uyandığımı hisettiğim gün bir problem vardır, o yüzden bir sonraki sabah o değişimi yaratmak üzere uyanırım. Herhangi bir şey yapmaya karar vermişsem onu yapmamı engelleyebilecek hiçbir şeye inanmam.

Land Rover Defender

Kendi rekorlarını kıran, karar verdiği şeylerin peşinden koşan Cengiz Koçak hayattan ne istiyor veya ne bekliyor?


Hayattan istediğim şey... bu ilginç bir soru. İstediğime ulaştığımı anlamamı sağlayan iki kavram var benim düşüncemde, birincisi varlık diğeri ise yokluk. Eğer yaptığım şey ve ulaştığım ruh hali bana kendimi var hissettiriyorsa o zaman istediğime ulaşmışımdır. Bazen de yaptığım şey üzerimden bütün ağırlıkları alıp beni uçuşturuyorsa, bana kendimi yok hissettiriyorsa o zaman yine aslında istediğim yere ulaşmışımdır. Bazen var olduğumda bazen yok olduğumda ulaşmış hissediyorum.


Hayattan beklentim de bana ben varım veya ben yokum hissini verebilecek şeyler yapmak. Bu bir uçurumdan atlamak, herhangi bir kitapta okuduğum bir cümle, bir kuşun çıkardığı ses ya da telefonu açtığımda karşıdan duyduğum herhangi bir söz olabilir.


Başarılı bir sporcu gördüğümüzde onu yetenekli olarak ayrıştırma eğiliminde olabiliyoruz. Profesyonel bir sporcu olarak başarı ile yetenek arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?


Yeteneğe inanan biri değilim. Zaman içinde yetenekle çalışmanın karıştırıldığı, çok çalışmış olan insanlara haksızlık yapılıp onların yetenekli olduğunun söylendiği durumlarla çok karşılaştım. Ben yeteneğin edinilmiş beceri olduğuna inanan biriyim, yeteneğe inanmadığım gibi şansa da inanmam.


Bu konuyu biraz daha açabilir misiniz?


Her ikisini yani yetenek ve şansı aslında edinilmiş beceri olarak tanımlıyorum. Bu beceriyi edinmenin de bir tek yolu var, çok çok çok çok çalışmak. Kişi o güne kadar getirdiği tecrübesiyle, yaratacağı kontrollü ortamlarda sınırlarını zorlayarak başarıya ulaşır. Bir mentordan yardım alarak, kendi sınırlarını o mentor gözetiminde keşfedebilirsin veya kendi kendine öğrenebilen, mentorluk yapabilen bir karakterseniz kendi yarattığınız kontrollü ortamda limitlerinizi zorlayabilirsiniz. Bence dünyadaki en güçlü karakter kendi kendine öğrenebilen karakterdir. Tecrübelerimden öğrendiğim kadarıyla, limitlerini zorlamanın en emniyetli yolu yeniliğin içine sadece bir değişken koymak. Bir uçurumun ucuna gidip atlayacaksanız ve bu sizin için yeni bir uçurumsa eski kıyafetlerinizle, eski suitinizle, eski kaskınızla, eski eldiveninizle gitmelisiniz. Eğer o uçurumdan daha önce atlamışsanız yeni kaskınızı deneyebilirsiniz ama yeni eldivenlerinizi deneyemezsiniz. Aynı uçurumdan daha önce atlamışsanız, o kaskla da atlamışsanız artık eldivenlerinizi değiştirebilirsiniz. Çünkü insan, hafızasına köledir. Limitlerini zorlayan anlarda, tanımadığı bir şeyi kendi üstünde görürse -bu bir eldiven dahi olabilir- o hafızaya köle olan insan kendi kontrolünü tekrar ele almakta zorluklar yaşayabilir. O yüzden kendi limitlerinizi zorlarken minimum değişkenle bir sonraki adıma gitmekte fayda var.

Defender Dağ Tırmanıyor

Çok çalışmak, çok tutkulu olmakla alakalı diyebilir miyiz?


İnsanlar genellikle kendilerinden tutkulandıkları şeye giden bir bağ olduğunu düşünürler, ben bunun tam tersi olduğunu düşünüyorum. Tutkuyu, bir şeyin seni çekiyor olması olarak kavrıyorum. Bir insan kendi tutkusunu seçmeye çalışabilir ve seçmeye çalışmak onu arayışa sürükleyebilir, bu arayış sırasında karşısına gerçek tutku çıktığında tutku insanı seçer. Buna dair yapabileceğimiz iki şey var aslında: çok çalışmak ve vazgeçmemek. Dolayısıyla sanırım çalışmak tutkulu olmakla alakalı, evet.

Cengiz KoçakCengiz Koçak


Peki ne zaman vazgeçersiniz? Hiç vazgeçtiğiniz olur mu?


Benim kendimce bugüne kadar bulduğum bir risk ve beceri endeksi var. Eğer karşımdaki risk benim becerimden daha büyükse vazgeçerim. Yaptığım spor aslında her defasında bir hayatta kalma savaşı. Hayatta kalma savaşında da üç tane belirleyici var, buna üç tane F’de diyebiliriz: Fight - Flight - Freeze. Yani savaşırsın, kaçarsın ya da donarsın. Doğada canlılar bu şekilde hayatta kaldılar. Ben bugüne kadar, insan olduğum için donmayı çok tercih etmedim ama savaştığım ve kaçtığım yani vazgeçtiğim durumlar oldu.


Kaçmaya karar verdiğim zamanlar, karşımdaki riskin benden ve becerimden büyük olduğuna emin olduğum zamanlardı. En sevdiğin atlayışlar hangileriydi diye sorsalar, muhtemelen atlayış noktasına ulaşmak için saatlerimi harcadığım, ama oraya ulaştığımda karşımdaki riskin becerimden daha büyük olduğunu anladığım ve vazgeçtiğim atlayışlardı, derim. Buna emin olduğum zamanlar vazgeçerim çünkü bu benim için aslında bir hayatta kalma kararıdır. Hayatta kalma ya da hayatı riske atma kararı, o yüzden hayatta kalmayı seçerim.

Bir dağCengiz Koçak Atlayış Yapacağı Noktaya Yürüyor


Hayatta peşinde olduğunuz bir şey var mı? Nasıl bir arayış içerisindesiniz?


Yüksek şeyler arıyorum. Bunlar sadece atlamak için yüksek fiziki objeler değil, aynı zamanda düşüncede de yüksek şeyler arıyorum. Aralıksız olarak atlayacak yer arayan bir karakterim, bu benim doğamda var. Yani benim ikinci doğam bu aslında. Herhangi bir şeyle karşılaştığımda bana atlanabilir olup olmadığını zaten söylüyor o obje. Yıllardır aradığım için çok uzakta bile olsa mutlaka görürüm, ben istemesem de gözlerim ona döner bir şekilde, çünkü hayatta bütün odağım bunun üzerine kurulu. Onu görmüşsem ve atlanacağına eminsem benim için atlayış başlamıştır. O andan itibaren o atlayışla aramda günler, aylar olsa bile ben artık o atlayışa her an her saniye hazırlanıyorumdur, ta ki atlayış bitene kadar.


Kemaliye Karanlık Kanyon’daki 200 metreyi aşkın via ferrata* (emniyetli tırmanış rotası) tırmanışınıza ve ardından gerçekleştirdiğiniz wingsuit atlayışınıza şahit olduk. Dışarıdan izlemesi bile heyecan vericiydi. Bir atlayışa kendinizi nasıl hazırlıyorsunuz?


Atlayış gününe yaklaşırken, atlayışın zorluk derecesine göre zihnimde o atlayışı tekrar ederim. Bunu, oturup atlayışı düşünmek gibi yapmam ama zaten biriyle konuşurken bile düşüncemde ben o atlayışı yapıyorumdur. O yüzden insanlarla iletişimde bazen zorluklar yaşarım çünkü kendimi o düşünceden koparamam. Bu o kadar güçlü bir şey, beni de zaten bu yüzden bu kadar sarıp sarmalıyor.

Cengiz Koçak Defender Aracının Başında

Atlayış arayışınızdan biraz daha bahsedebilir misiniz, nelere dikkat ediyorsunuz?


Benim için iki tür atlayış noktası var, birincisi bir defa atlayıp geçtiğim yerler, ikinci defa atlamam çünkü orası ikinci defa atladığımda bana bir şey katacak bir yer değildir ama bir defa atlamadan da geçemem, ruhum bunu mutlaka ister. Bir de bazı atlayış noktaları vardır bana çok şey katar, katacağını bilirim, teknik olarak orada birçok yeni şeyi deneyebilirim, kendimi geliştirebilirim. Ben objeyi zenginleştirirken obje de benim atlayış becerimi ve ruhumu zenginleştirebilir.


Atlarken göze aldığınız en büyük risk ne oluyor?


En büyük risk şu, ben çoğunlukla daha önce hiç atlanmamış yerlerden atlayan bir sporcuyum, yani daha önce başkalarının atladığı herhangi bir yerden atlıyor olmak beni açıkçası çok heyecanlandırmıyor. O yüzden ben yeni objeler açan ve aslında yeni objeler açmasıyla dünyada da bilinen bir sporcuyum. Çoğunlukla atladığım yerlerden ilk defa ben atlıyor olduğum için karşıma çıkacak şeyleri de ilk defa ben görüyorum. Bunları atlamadan önce proaktif hesaplamalarım sonucunda ön görmeye çalışıyorum.


İnsan hayatta, bence ya savaşçıdır ya kaygıcıdır. Savaşçı olmadığım her an kaygılanan biri olduğumu düşünürüm, ki kaygılanmaya da başlarım. Kaygıdan kurtulmanın tek yolu bir savaşa girmek, daha doğrusu kaygılı olmamanın tek yolu bence kendi savaşını bulmak, onu savaşmak ve kazanmak. Atlayış noktasına geldiğim an ben artık akıştayım, oraya kadar dünyayla ben birbirini tanıyan iki ayrı cisimken, atlayış noktasında artık ben dünyayım. Dünyadaki her şey benim, benim dışımda hiçbir şey yok.

Cengiz Koçak Atlayış HazırlığındaCengiz Koçak Atlayış Hazırlığında


Atlayış noktasına geldiğinizde aklınızdan ne geçiyor, nasıl bir duygu içerisinde oluyorsunuz? Bize biraz atlayış anından bahsedebilir misiniz?


Şöyle anlatabilirim: Birazdan atlamaya hazır olduğum o büyük boşlukta beni bekleyen bir zaman tüneli var. O tünelin içine girmek ve bu dünyaya ancak bir taş veya bir yaprak kadar değeri olan, sıradan bir cisim olarak geri dönmek aslında… 3-2-1 diye geri sayarak atlıyorum, orada bir ayrıntı var. Atlayışla aramda her zaman bir korku ilişkisi var; atlayış noktasında durup havayı, önümdeki boşluğu, iniş alanını kontrol ettikten, korkuyla bağ kurup onunla da anlaştıktan sonra üçten geri saymaya başlamışsam düşüncem şunu biliyor ki ne olursa olsun asla geri dönmeyeceğim. O yüzden benim her atlayış anımda uçurumu terk ederken yüzümde bir gülümseme vardır. O gülümsemenin anlamı şu: Artık eğlenmekten başka çaren yok, çünkü başına gelebilecek en kötü şey gelse bile başka şansın yok, o yüzden keyfini çıkar.


Atlayış noktasıyla iniş yeri arasında girdiğimi söylediğim zaman tüneli şöyle bir yer; Wingsuit ile atladıktan sonra süzülmeye başladığım ana kadar geçen süre yaklaşık 3 saniye, o 3 saniyelik zaman tünelinin içinde sadece ben varım ve koca bir evren var. Benden başka hiçbir şey yok. O tünelin içinde etrafım kapalı, kendim ve yapmam gerekenler dışında hiçbir şey ama hiçbir şey görmüyorum. O an yanımdan dünyanın en büyük uçağı geçse bile onun farkına varmam, arkamdan bağırsalar duymam. Süzülmeye başladığım an, atlayışın aslında rahatladığı yer, o an yine aynı tünelin içindeyim fakat tünelin etrafı şeffaf, artık dışarıyı, dünyayı, çevremde olan şeyleri, altımdaki kayayı, önümdeki uçurumu, yoldan geçen arabayı, arabadan inmiş iki kişinin uzaktaki gölün fotoğrafını çekiyor olmasını, bunların hepsini görürüm. Bunların hepsini görürken gölgem yeryüzünde bir yere yansıyorsa, gölgemle bir bağ kurarım. İçimden hep şu geçer, bir insan gölgesi belki de ilk defa oradan geçiyor, bence insan gölgesini düşürmediği yerde değildir. O yüzden ben oradayım, bunlar benim uçuş esnasında aklımdan geçen şeyler.. O yüzden yüzümde hep o vazgeçmiş gülümseme vardır. Sonra paraşütümü açarım, biraz önce gittiğim kendi evrenimle her zaman yaşadığımız dünya arasındaki geçiş odasıdır orası, soğuma odası yani. Paraşütü açtıktan sonra, soğuma odasından yere inerim. Dünyaya ilk adımımı bastığım an yeniden onun bir parçası olurum ve her atlayış sonrası ben artık başka biriyimdir.

Defender Dağ Bölgesinde Tünelden Geçiyor

Atlayış yapacak birinin ne gibi özelliklere ihtiyacı vardır?


Atlamak için herhangi birinin ihtiyaç duyduğu tek şey atlama isteğinin nereden geldiğine dair soruya verdiği cevaptır. Çünkü insanlar çok çeşitli sebeplerle atlamak istiyorlar. Eğer bu içsel bir merak, içsel bir yolculuk, içsel bir hikaye değilse, o zaman kendisi için değil çevresi ve başkaları için yapıyor olacaktır. Öyle yaptığında hem gideceği yol yanlış olur hem zayıf olur hem de anlamsız riskler alarak hayatını riske sokabilir.


Bu aldığınız risk, ki hayatınızı tehdit edecek derecede hatırı sayılır bir risk, sizi hiç korkutmuyor mu?


Benim ilk atlayışım, 1991 yılında Antonov uçağından otomatik paraşütle yaptığım atlayıştı. İlk BASE jump atlayışım, Kemaliye Karanlık Kanyon’unda “Sırat on Fırat” kablolu hattından dünyanın en yüksek sandalyesinden yaptığım atlayıştı, 324 metre. İlk wingsuit atlayışım Norveç'te yaptığım atlayıştı. Üçü de kendi alanlarındaki ilk atlayışımlarım olduğu için üçünde de çok büyük bir korku, büyük bir gerginlik, ağır bir heyecan hissetmedim. Önümde bilinmeyen vardı, o bilinmeyene duyduğum derin bir merak vardı, indikten sonra o merakım giderilmişti. Benzer atlayışları ikinci kez yaptığımda da korktum çünkü artık ne yapacağımı, neyle karşılaşacağımı ve karşılaşacağım şeyin ne kadar güçlü bir şey olduğunu biliyordum. O yüzden bence en zor atlayış ilk atlayış değil, ikinci atlayıştır.


Bu noktada korkularınızı nasıl yönetiyorsunuz?


Kendi korkularımı yönetmek ve onları kontrol altına almak için yaptığım tek şey onları tanımaya çalışmak. Enstrümanlarım ise elimden gelen bütün biçimlerde bilgi sahibi olmak, tecrübe etmek, anlamaya çalışmak, öğrenmek ve öğrendikten sonra öğrendiklerimi tekrar etmek. Çünkü ne kadar çok tanırsam o kadar hemhal olabilirim, ne kadar çok hemhal olursam o kadar tanıdık olur çünkü insan hafızasına köledir. Hafızamda yer eden bir şeyin beni korkutması artık mümkün değildir, biz onla artık bir ve tekizdir.

Land Rover Defender

Geleceğe dair sizi neler bekliyor, planlarınız var mı?


Hayattan bir tek beklentim var, her sabah yeni biri olarak uyanmak. Bir sonraki adımımda önümde gerçekleştirmek istediğim önemli projeler var. Bir de aynı zamanda düşünsel anlamda da yola çıktığım başka bir yolculuk var. Bilgi biçimlerine, felsefeye duyduğum bir merak var. Daha metodolojik bir yerden bunu öğrenmek adına bir üniversitenin felsefe bölümünde okumaya başladım. Henüz 3-4 ay olmasına rağmen oradan edindiğim çok değerli bilgiler var ve bu süreç beni muhtemelen başkalaştıracak. Açıkçası 3-4 yıl sonra okul bittiğinde beni çıkaracağı yeri çok merak ediyorum. Orada başka bir şeyler olabilir. Hayata dair yakın planda düşündüğüm şeyler bunlar. Bir yandan Türkiye dünyanın birçok ülkesinden farklı olarak hem iklim hem de coğrafi şartlar adına çok başka şeyler sunabilen bir ülke. Kendi topraklarımda belki dünyanın ilk extreme spor köyünün kurulması gibi bir projeyi hayata geçirmek isteyebilirim. Bunun için ben hazırım ama toplum ne kadar hazır, ülke ne kadar hazır bilmiyorum. Ülkenin hazır olduğunu görürsem ben buradayım.




*Via Ferrata italyanca bir terimdir. Türkçe çevirisi ‘demirden yol’ olarak yapılabilecek bu terim ülkemiz de dahil olmak üzere dünyada Almanca konuşulan ülkeler dışında yaygın olarak doğrudan kullanılmaktadır. Almanca konuşulan ülkelerde ve Italya’nın Süd-Tirol bölgesinde ise “Klettersteig” olarak isimlendirilir. Klettersteig tırmanış patikası/yolu anlamına gelmektedir. Via Ferratalar dağlarda, vadilerde vb. kayalık yüzeylerde sabit hatlar, çelik halatlar, hatta bazen merdivenler ile emniyeti tamamen sağlanmış rotalardır.


Bu içerik, Land Rover için Calling Mag tarafından hazırlanmıştır.

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

TUTKULARI İLE HAYATLARINA ŞEKİL VERENLER | KORAY BİRAND

TUTKULARI İLE HAYATLARINA ŞEKİL VERENLER | KORAY BİRAND

Sınırları zorlamayı seven, kullandığı her bir aracın limitlerini merak eden Koray Birand ile Kilyos’ta buluştuk. Pırıl pırıl bir gün doğumunda çekime kendi vazgeçilmezi Range Rover Evoque ile gelse de, kısa bir süre sonra Yeni Defender’ı kullandığında etkileneceğinden emindik.
BİR DEFENDER TUTKUNUNUN HİKAYESİ

BİR DEFENDER TUTKUNUNUN HİKAYESİ

Serkan yalnız, fotoğrafçı-yönetmen ve profesyonel dağ bisikleti sporcusu. Ama en büyük tutkularından biri defender. 1998 model defender’ının yapım hikâyesi de bu tutkunun kodlarını açıklıyor.
TÜRKİYE’NİN ADRENALİN DOLU ROTALARI

TÜRKİYE’NİN ADRENALİN DOLU ROTALARI

Keşfetme arzusu ve yola çıkmak… Kusursuz bir ikili olduklarına hiç şüphe yok. Az sonra bu tatlı heyecanın dozunu biraz artıracağız. Bu yüzden sizler için, müziğin sesini biraz kısıp yola odaklanmanız gereken rotaları derledik.